14 Şubat 2010 Pazar

İcLaL AyDiN.

Aşk; yalnız bir operadır kış güneşinde dinlenen.


Aşk; bazen bir zaman hatasıdır.

Aşk; bazen kavuşamamak, adını karalamaktır kağıtlara.

Uzun bir suskunluktur ya da durmadan ondan konuşmaktır.

Aşk; bir filmin, bir karesinde takılıp kalmak...

Bazen tuhaf bir cesaretle meydan okumaktır.

Aşk; bazen nedenini bilmediğiniz bir duraksamadır.

Aşk; bir harabenin ortasında birşey bulup da ne yapacağını bilemeyen

iki savaş çocuğu gibi kalmaktır.

Eylül'ün toparlanıp gitmesini izlemektir.

Bir bakış bile anlatmaya yeterken herşeyi

kalbinizi dolduran duyguların kalbinizde kalmasıdır.

Aşk; canınızla beslemektir hüznün kuşlarını.

Aşk; vazgeçmektir gözlerinden.

Geceleri ansızın nedensiz uyanmaktır uykularından, usul usul ağlamaktır.

Aşk; birgün anahtarın ters döneceğine inanıp ışığa kavuşmayı özlemektir.

Aşk; buralardan öylece çekip gitmek ve sonunda kendine bir gül vermektir.

Acını içine alıp, göz damlalarını tutup, güçlü olmaya çalışmaktır.

İclâl Aydın..
 
 
SENİ SEVİYORDUM
Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi...








Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi







İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri







SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu







Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesden başkaydı işte...







Güldüğü zaman yukarıya bakardı;







Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı...







Ne güzeldiler sen bilmiyordun...







BEN SENİ SEVİYORDUM...







Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler







Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu







Geri dönüyordu, çoğalarak







Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, herseyi erteliyişim oluyordun







Kalp ağrısı oluyordun,







Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,







Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,







Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk







Cesurduk...







Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller...







Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun...







Sevinçlerim oluyordun arasıra sen hiç bilmiyordun







Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra







Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları







Derken bir gün uzaktan gördüm seni...







Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı







Kalbimi acıttı her zaman ki gibi...







Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun







Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir yada boşver bilme en iyisi...







İclal Aydın






NE OLACAK HALİM?..
Sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım...


Böyle başlardı bütün bildiğimiz mektuplar

Biliyormusun? Bu ikimizin hikayesi

Şu anda nerdesin ne yapmaktasın;

Bildiğim yerlerdemisin yoksa hiç görmediğim bir evin penceresinde mi

Sevdiklerin özlemi sardımı nicedir kalbini

Pişman mısın başlamadıkların için iç cekiyorsundur şimdi

Düşünüpte yazmadığın yazıpta yollamadığın mektupları saklıyormusun hala

Kafanda hep aynı cümle biliyorum ne olacak halim

Ah biriktirdiğimiz bütün hevesler nasılda hızla tükendiler.

En çok kimi özledin en çok neyi bekledin?

Şimdi düşlediklerimin neresindesin...

Dedim ya.

Bu ikimizin hikayesi...

Islandımız bütün yağmurları dudak kanatan kalpli sızı aşklarımızı

Bizi buluşturan kaldırımları

İşte bütün bunları bütün bunları yazıyorum.

Ben unutmadım diye

Hatırlıyormusun sonunu değiştirmediğimiz filmleri

Hayatın gerceğidir sandığımız kabullenilmiş yenikliği

Bir ağızdan söylediğimiz en kahraman cenkliği

Büyürken vazgectiklerimizi yada vazgeçittirdikleri seyleri

Ne Olacak Halim...

Çabuk mu büyüdük dersin

Biliyorum..

NE Olacak Halim...

Sen bu satırları okurken ben nerde olacağım kim bilir.

Neleri bırakmış olacağım birde

Ne aşkları

Ne başlangıçları

Ne ayrılıkları tıpkı senin gibi.

Biliyormusun...

Tek sorum var kendimle şimdi



Ahhh

Ne Olacak Şimdi Halim....
 
İcLaL AyDiN..
 
Felaket.


Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri. Sonra artıyor.

Kaşımak da bir zor ki kulağın içini.

Bir türlü geçmiyor. "Ne yapsam acaba?" diyorum.

Günler geçtikçe daha da artıyor.

Doktora gitmeye karar veriyorum.

Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye.

"N’oldu ki?" diye soruyor arkadaşlarım.

"Kaşınıyor kulağım" diyorum. "

Uyuyamıyorum geceleri, kulak kaşınmasından!"

Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi.

"Çok iyi doktordur" diyor.

"Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."

Gidiyorum doktora. Gözlüklü, şirin bir amca. Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.

Şaşırıyorum önce. "İçinde kaşıntı var" diyorum.

"Öyle büyüteçle ne anlayacaksınız ki?"

"Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek için bakıyorum."

"Nedir?" diyorum doktora.

"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor.

"Nasıl yani?" diyorum. "Kimin sözleri?"

"Bakacağız" diyor.

Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor.

"Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana.

Biraz irkiliyorum.

"Eski sözler" diyorum, "Ha?"

Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı acıtmıyor nedense.

"Bir erkek sesi bu" diyor.

Sanki bir uğultu duyuyorum.

Cımbızı çıkarıyor kulağımdan.

"Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.

Yalana bakıyorum. Küçücük bir şey gibi gözüküyor.

"Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş? Hangi yalan peki?" diyorum.

"Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım. Tekrar kulağınıza kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım. Sonra serbest bırakırız."

Yalanı tüpün içine koyuyor. Kapağını da kapıyor tüpün. Serbest kalıyor yalan.

"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.

"Yalanmış ha?" diyorum. Kulağım bile anlamış, kalbim hala anlamıyor...
İcLaL AyDiN
UCAK..
Karlı bir akşamdı Ankara 'da;


Son kez el ele yürümüştük,

Bitmesin istediğimiz yola.

Kısacık beraberliğimizin bütün anılarını sığdırmıştık.

Yazarsın bana demiştin.

Bende yazarım sana sık sık.

Ağlıyordum....

Sen görmeyesin diye kaldırmıyordum başımı.

Elimi daha sıkı tuttun,

Anlıyordum....

Bu ayrılığa dayanmıyordu kalbim,

Öğrettiğim çiçek adlarını unutma dedin,

Kelebekleri kitap arasında kurutma,

Sık sık fotoğraf çektir, yolla bana,

Kitaplarım sana emanet,

İncitme kimseyi, kin büyütme kalbinde...

Beni bekle...

Yol bitti, gidiyordun artık;

Gittin...

Sokakta gördüklerimi, filmlerdeki aktörleri sen sandım bir süre,

Kin büyütmedim kalbimde söz vermiştim sana diye,

Kitaplarını okudum, kelebeklere dokunmadım,

Öğrendiğim çiçek adlarına yenilerini ekledim,

En çok fesleğeni, çoban heybesini, akşam sefasını sevdim.

Seni beklerken çok şey öğrendim,

Yolunu gözlediğim, sevdiğim ilk adam...

Nasıl olsa bulacaktır diye, her görüşümde aynı güçle seslendim

"Uçak, babama selam söyle!"

Beni kötü rüyalardan uyandıran sevdiğim ilk adam...

Bir bilsen seni nasıl özledim...

Kar yağıyor şimdi, otuz yaşım bitti,

Kitapların bende, kelebekler gibi kar taneleri,

Kendi yolumda yürürken hiç unutmadım o cümleyi;

Selamını aldım babacığım,

Kin büyütmedim kalbimde....

Küçük kızının gözleri hala senin çiçeklerinde.

Uçak, babama selam söyle!

Uçak, babama selam söyle!

İcLaL AyDiN



YAGMUR...

Ne zaman eskiyor sevgiler anne. Ödenen acıların bedeli geçince mi?




Yağmur yağıyor,mutfak camındayım,



Nasıl üşüdüğümü bilemezsin



Menekşelerim çiçek vermiyor artık anne



Söylediğin gibi hep dibinden su verdim...ama



Şimdi telefon açsam sana



Sesini duymakta yetmiyorki



Hep aynı cümleler,babamlar nasıl ilacını aldı mı?



Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde



Bi yerlere sığdıramıyorum yüreğimi



Bazen dalıp giderdim mutfakta yemek yaparken



Tahta kaşıkla tencerenin başında öylece



Ne düşünürdüm acaba?



Özlemek çok fena anne



Anlamak seni daha da fena



Omuzlarım ağrıyarak uyanıyorum sabahları



Benim kızımın omuzlarımı ovmasına daha çok var



gittikçe sana mı benziyorum ben



Ya da,



Annenin kaderi kıza dedikleri doğrumu?



Baban eskitir herşeyi kızım demiştin bi kez



Anlamamışım meğer



Eskiyormuş anneciğim



Omzunu ovacak kalmıyormuş meğer aynı evin içinde



Şimdi duysan bunları ne üzülürsün



Mutsuzmu kızım diye



Çoktan kendinden vazgeçmiş bir sesle



Mutsuz değilimde anne



Yağmura ve mutfağımdaki kedere çare bulamıyorum



Evimi topluyor,toz alıyor,televizyon seyrediyor,



Akşam çalan kapıyı açıyorum



Açtığımı gören olmuyor...



Pişirdiğim yeniyorda



Güzel olmuş denmiyor...



Çay demleniyor,demleniyor,demleniyor



Kederim mutfağımın heryerine yerleşiyor



Ah nasıl eskiyor herşey anne



Nasıl eskiyor.



Eskilerimide atmaya kıyamıyorum



Seni çok özlüyorum...



Bana yasakladığın bahçeler



Sana damı uzaktı hep



Gidemeyişine ağladın mı sen?



Ne zaman eskiyor sevgiler



Ödenen bedellerin acısı geçincemi?



İşte böyle,



Kalbimde bi acı



Şarkılar seni söyler...

İcLaL AyDiN..



KimSe ASKTAN öLmuYoR
Çok sıcak bir istanbul gecesi içindeyim...


Kızımı uyuttum.

Bir kahve yaptım kendime.

Uyku tutmayan gözlerime iyi bir arkadaş değil biliyorum ama onsuz olmuyor iste...

Gülden Karaböcek'in eski şarkılarını dinleyerek oturdum balkonda bir süre...

Anadolu yakasının ışıklarını, gemileri seyrettim...

'Gözümde canlanır koskoca mazi' diyordu Gülden Karaböcek.

Yıllar, yıllar öncesine götürdü beni.

Yetmişlerin sonuydu...

Ben küçücük bir kız çocugu, oturduğumuz sokagın genç kızları liseliydi...

Polis radyosundan istekler yapar, akşam üzerleri sevdikleri 'çocuk'la bakışmak için büyük parka giderlerdi.

Tülay abla çok güzeldi...

Dümdüz, kalın, sarı saçları vardı.

Yan apartmanda otururlardı.

Sokağın başındaki bizimkilere göre daha yeni ve modern olan Çelik apartmanında oturan Erhan abiye âşıktı.

Erhan abi de ona elbette.

Çocuk aklımla mahallede kim kimi seviyor takip ederdim.

Gönüllü ulakları olur, aralarında haber taşırdım.

Ve büyüdüğüm zaman yaşayacağım aşkların hayalini kurardım...

Tülay abla ve Erhan abi benim için ideal çiftti.

Ben de Erhan abi gibi bıyıklı, saçları güzel bir adama aşık olacaktım.

Tülay ablanın kız kardeşi Gülay'a görücü geldi bir gün.

Oysa büyük olan evlenmeliydi önce.

Ama Tülay abla Erhan abiyi bekliyordu.

Erhan abi üniversiteyi bitirmeden evlenemezlerdi.

Tülay abla sözde sırasını kardeşi Gülay'a verdi.

Gülay abla evlendi.

O yıl Erhan abi okulu bitirdi ve askere gitti.

Tülay abla asker yolu beklemeye başladı.

Derken küçük kardeşi Mehmet de evlenmek istediğini söyledi.

Tülay abla ikinci düğünü de gördü.

Kız kardeşi Gülay, bebeğini kucağına aldığında Erhan abi askerden döndü.

Artık mahallede en çok konuşulan konu ne zaman evlenecekleri olmuştu.

Erhan abi bir işe girmeden evlenemeyeceğini söylemişti Tülay ablaya.

Bir gün...

Annemlerle Kızılay'da alışveriş yaparken Erhan abiyi gördüm.

Denizatı pastanesinin önünde bir kızın elinden tutuyordu.

Ve o kız Tülay abla değildi...

Değil Tülay ablaya, anneme bile söylemedim gördüğümü...

Sonra...

Sonra Tülay abla çok hastalandı.

Lösemi dediler.

Biz büyüklerin neden bu kadar üzüldüklerini anlamadık.

Tülay abla hastaneye yattı.

O hastanedeyken Erhan abi nişanlandı.

'Tülay'dan saklıyorlarmış' dedi annem.

Aylar sonra Tülay abla sokağımıza döndüğünde ne saçları vardı ne de Erhan abi...

İş bulup İzmir'e gittiğini söylediler.

Bir yaz akşamı Tülay abla'yı balkonda otururken gördüm.

Hırkasına sarılmış içerden gelen bir Gülden Karaböcek şarkısı dinliyordu.

Kolunu balkona dayamış Erhan ağabeylerin oturduğu apartmana bakıyordu.

Sonra öldü Tülay abla...

Filmlerdeki gibi öldü...

Erhan abinin üç tane oğlu oldu.

Birinin adını herkese inat Tülay koydu.

Hala anlatırlar, Tülay üzüntüden öldü diye.

Erhan abinin annesi istememiş evlenmelerini.

Bir gün komşular toplanmış birinin evinde çay içerken, Tülay ablanın annesinin yanında 'Oğluma el değmemiş kız arıyorum' demiş.

Çok üzülmüş Tülay ablanın annesi.

Annem hala aynı sokakta oturuyor.

Geçen yaz balkonda otururken o günleri anımsadım.

Uzun uzun anlattı annem.

Meğer ne çetrefil, ne acı bir öyküymüş bu...

'Neyse ki' dedi 'şimdi kimse aşktan ölmüyor artık. Olmadı mı yenisine bakıveriyorlar'

Şimdi bu lafı duymalı mı , duymamalı mı?...

Tülay ablanın balkonuna baktım.

O benim tanıdığım aşktan ölen ilk ve tek kadındı...

Bu gece Gülden Karaböcek şarkıları dinlemek bana bunları anımsattı işte...

Belki de doğrudur...

Kimse 'gerçekten' aşktan ölmüyordur artık...

Sizce kötü müdür peki bu?

-İCLAL AYDIN-
Zor günler...




benden önce söylenmiş sözlerin haklılığına kızdığım oldu zamanında

ama inandığım da...

ömrümde her şarkı, başka bir kapı açtı

bu şarkının ardında sen, bu kapının ardındaysa

benden önce söylenmiş sözler vardı...



seçtiğimiz hayatlar mı bunlar? seçtiklerimiz mi?

bunca yokluk, bunca kırıklık, bunca acı...

seçtiklerimiz evet!

hayat bu sevgilim, çoktan seçmeli

senin aşkınsa, bir dönem ödevi...



bir şarkı tuttum sevgilim

bir kapı açtım ikimize

ikimiz, çokmuşuz meğer bu resme

kapatmadan bu kapıyı yine de

bu yaralar bereler, sanadır, bileler...



çok canım yanıyordu, gördüklerimden ve görüceklerimden

benim kanayan dizlerim yoktu hayatta bir tek

benim de kanattıklarım vardı elbet

ezdiğim kumlar ve geçtiğim yollar hala gölgemi taşıyorlar

hani demiştim ya en başında

"ne ayrılıklar, ne aşklar, ne başlangıçlar" diye

yani, demem o ki, çok zor günler geçirdim vaktiyle



bu şarkı sadece benimdi sevgilim

ve ben büyük bahçeler istemiştim ikimize

yazmışsın ya "onu sevebileceğimi düşünmüştüm" diye

işte o günden beri, belki de bu yüzden sadece

bu yaralar bereler, sanaydı, bileler

göreler aşkımı

şahidim gökkubbe...



__________________







.
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder